“BİZİ BÜYÜMEK DEĞİL KEŞKELERİMİZ YARALADI!”
Hulusi yetmişli yaşlarının sonuna gelmiş, dört çocuğunu büyütüp hayata hazırlamış, ama ömrünün son günlerini yapayalnız geçirmiş bir adamdır. Hikâyemiz de onun vefatı ile başlar. Hayatın dört bir yana savurduğu çocukları, babalarına son vazifelerini yapmak üzere büyüdükleri mahalleye dönerler. Ama problemlerini de birlikte getirmişlerdir. Hepsinin kafalarında ya babaları ile yaşadıkları mutlu çocuklukları ya da erteledikleri için pişmanlık duydukları anıları vardır. Bu zamana kadar yaptıklarının ya da yapamadıklarının keşkeleri yüzlerine çarpar. Artık çocukluklarındaki gibi mutlu, gençlikleri kadar hızlı değildir zaman… Çocuklar büyümüş, kendi aileleri olmuş, her biri artık onların derdine düşmüşlerdir. Birbirlerini, bu evi ve en önemlisi de onlara sevgiyle bağlı olan anne babalarını ihmal etmişlerdir. Şimdi yıllar sonra aynı sofrada tekrar bir araya gelmişlerdir ama geçen zaman da beraberinde çok şey götürmüştür. Birbirlerinin sırtını kollayan, sevinçlerini paylaşan bu kardeşler nasıl bu hale gelmişlerdir. Geçmişte olduğu gibi bu sefer yemek masasında mutlu kahkahalar değil, aralarındaki sorunları ve babalarına karşı hissettikleri suçluluk duyguları vardır. Bu sorunlarla nasıl baş edecek ve Hulusi’nin yaşarken başaramadığı o geniş aileyi çocuklar bir araya getirebilecekler midir? ‘Ölüm hak, miras helal’ diyen yakın akrabalar ise çoktan mal paylaşımını düşlemeye başlamışlardır. Acılı çocuklar anlarlar ki geçen yıllarla kaybettikleri sadece zaman değildir. Korumaya çalıştıkları manevi değerler de kaybolmuştur. Aynı masada tek ekmeği paylaşan kardeşler, büyüdükleri evi paylaşamayacak hale nasıl gelmişlerdir?